Biraz da ciddi yazalım. Sizler gibi genç değilim o yüzden de, bir sürü makaranın arasında, onlara saracak bir iplik de bulmak zorundayım. Son zamanlarda oyun ortamına da hakim olan bazı fikirlerin biraz da cehalet kaynaklı olduğu kanaatindeyim. Bu nedenle, şu biraz uzun olsa da, aslında olayı tamamen anlatmaktan bile aciz yazıyı, dikkatle okumanızı tavsiye ederim. Aşırılık ve fanatizm bizi nereye götürür ve idealar aslında tarihte na yapmış noktasına, kendi bakış açımla bir anlatım getirdim. Buyrun:
Fikrim geldi fikrim, hemen birilerine sallayayım. Fikrim varken zikrim de olsun, hemen bir kubur taşı bulayım...
Ne de zor sanattır oysa fikir sahibi olmak. Üstelik ne menem bir cehalettir, bir fikre sim-biyotik kararlılıkla, sıkı sıkı tutunmak. Fikir fakirin ekmeği olmuş, umutlar da tükenince. Ayak başa geldi ya, baştan da kokmaya başladık o nedenle. Baş düşünür, ayak yürürdü. Şimdi ayak düşünüyor, o yüzden de fikirler kokuştu.
Öyle de rahat söylüyorlar ki, avam dediğin sanki iltifat oldu da bizim haberimiz yok. Avam başa gelmez mi ? Gelir elbet de önce avam olmaktan kurtulur. Fikirleri var şimdi ayakların, ne ayaksa, öyle fikirleri var ki, ayakta uyutulur gibi. Ona salla, buna yuvarla, padişahım çok yaşa, dinimiz amin. Ayak, dini bile ayağa düşürerek geldi başa da, başa gelen çekilmiyor bu ayaklarla. Oku diyerek başlayan bir kitab-ı mukaddesi de ayaklar altına alıyorlar, ne okuyacaklarını bilmeden, her okuduklarına inanarak.
Amerikanın ilk kuruluş yıllarında, protestanlık henüz dini saflaştırma çabalarına yeni başladığında, cennete gitmenin yolunun da seçilmişlikten geçemeyeceğinin farkına varıyordu insanlar. Ancak mevcut erk, düşünmelerini engelliyordu. O yüzden kaçıverdiler Avrupa'nın bin yıllık zulmünden de, yeni bir dünya ile yeni fikirler üretmek istediler. Yarım milenyum evrildi fikirler ve yine dönüp dolaşıp klasiklere yenildiler. Oysa hani kiliseye gitmek bizi iyi insan yapmazdı, sadece dindar yapardı. Hani dindar olmak da cennete gitmeye yetmezdi de, bir de iyi insan olmak lazımdı.
Yüzyıllar boyu, aynısını tüm dinler uygulayageldi. Dindar olmak cennete gitmekti insanların gözünde. O yüzden de, dindar oldular ama bir yandan da zulmettiler. Ve yıl 1939, 1 Eylül sabahı, Alman orduları Polonya üzerine yürürken, eminim ki bir çoğunun boynunda crux'lar asılıydı. Artık kutsal ruhu çağırmak için mi yoksa yakalanan Yahudi asıllı Polonyalıları çarmıha germenin bir söz gelimi temsilimi bilemem.
Ölümlere, hangi taraftan öldüğüne göre tepki veren bir toplum yaratılmıştı ancak ilginçtir ki, hepsi dindardı. Daha da büyük komediler satışa sunuldu bu dükkanlarda, bir de kızıl yıldızlar, özgürlük savaşçıları, eşitlikçiler, demokratlar... Oysa, Polonya saldırısı, Rusya ile Almanya'nın ortak savaşıydı. Bir yandan Almanlar yakıp yıkıyordu Polonya'yı, diğer taraftan Ruslar. Evet o eşitlikçi, halkçı, sosyalist Ruslar. Her idea gibi, o da bir kandırmacadan ibaret değil miydi zaten ? Eskisi tükenince, yeni yollar buluyordu insanlar, öldürmek için ve bu ölümleri kefen yerine kılıflara sarmak için.
Olur mu hiç ? Ruslar öyle şey yapar mı ? Sosyalizm demek insan hakları demek, faşizme karşı olmak demek, hümanizm demek... Yersen ! Molotov-Ribbentrop paktının (Rusya ve Almanya arasındaki saldırmazlık paktı) imzalanmasından hemen sonra, birlikte saldırıyorlardı oysa Polonya'ya. Çoğunun gözünde İkinci Dünya Savaşında Almanları dize getiren kahraman Rusya, 1941 Barbarossa Harekatı olmasaydı, nötr olmaktan bile ziyade, neredeyse bir müttefikti Almanlar için. Ama sosyalizm, hümanisttir, eşitlikçidir, faşizme karşıdır... Ne de olsa, o da ayağın başa gelmesinin başka bir biçimiydi aslında.
Sonra insanlar, yarım yüzyıl savaşsız kalınca, ırkçılık gibi karizmatik kelimeler birer meziyet sanılmaya başlandı. Ne olduğunu bile bilmeden, Nasyonel Sosyalizm havaları estirildi dünya çapında. Hortlamaya çalıştı bir iblis ve yine bazıları, hatta çoğu dindardı bu hortlak çığırtkanlarının. Hatta dindar olmaktan da öte, dinleri gereği saldırmak istiyorlardı başka dinlerden olanlara. Oysa insanların hafızaları flu ve buğulu, tarihinki ise tazeydi. Enstantanelere sığdırılan hatıraları bilmeyen üç beş ayak takımı, avamdı bu hayalleri hortlatmaya çalışanlar. Ayak başa geldi ya, hortlaklar da ayaklandılar...
Toplama kampını yaz tatilinde matematik kampı zanneden çocuklar türedi, ırkçıyız diyerek eğlendiler. Çok eğlenceliydi çünkü farklı olmak ve insanların ne olduğunu bilmeden korktuğu bir canavarın maskesi ile nasyonelcilik oynamak. Farklı olmak ya evet, her anlamda farklı olmak istiyorlardı ama yine dindardı onlar da, çoğu en azından. Klasiklere de yenilmişlerdi. Kitapların emirleriyle değil, şıhların ve kilisenin dayatmaları ile öğrenmişlerdi dinlerini. Çoğu kitabını bile okumamıştı, ne kadar mukaddes bilse de. O yüzden kandılar, dinlerinin sözde emrettiklerini yaptılar.
Şeytan çıkarttılar !
Cadı yaktılar !
Recm ettiler !
Katlettiler !
Yakıp yıktılar !
Vahşileştiler !
Yetmedi, tecavüz ettiler !
Fakat hepsi dindardı, hepsi milletini seven, milliyetçi insanlardı, bazıları eşitlikçi ve sosyalistti... Ortak noktaları ise, bir şeyin "ist"i olmalarıydı. Ama şuist ama buist. Dogmalara tapmaları, söylenenlere inanmaları ve farklılıklara tahammül edememeleriydi. Bu olayların hepsi, kendi coğrafyasında, basit ve masum görünen kitleleşmelerle başlamış ve yıllar boyunca radikalleşerek bu noktalara gelmişti. Başlangıçta ise, fikir hürriyeti olarak görülmüşlerdi. Hatta bazıları, kendi ülkelerinde kahraman ilan edilmişlerdi. Kitapları başka şeyler söylüyordu oysa !
Öldürmeyeceksin !
Exodus - 20:6
O’nun buyruklarını biliyorsun: ‘Adam öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, çalmayacaksın, yalan yere tanıklık etmeyeceksin, kimsenin hakkını yemeyeceksin, annene babana saygı göstereceksin.’
Markos - 10:19
Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır.
Maide - 32
Kitaplar böyle emretmiyordu oysa ama onlar kitapları değil, ruhbanları dinliyorlardı. Kardinalleri, evliyaları, şeyhleri, hahamları... Onlar ise, öldürün diyorlardı ! Açık açık değilse de, meşru kılarak. Kitaplar ne derse desin, insanları kandırmanın yolları vardı.
Kandırmak kolaydı, nedeni ise basit: Okumuyorlardı. Bazen de okumalarına izin verilmiyordu. Kitaplar insanların anladığı dillere çevirilmiyordu ve çevirildiğinde de tekelde tutabilmek adına insanlara: "sen anlayamazsın !" deniliyordu.
Sen anlayamazsın !
Yandaşlık, insanlığın kaderiydi ve her insan kendi benzerlerini oluşturmaya çalışıyordu. Aşağıdaki videoyu sonuna kadar sabırla seyretmenizi tavsiye ederim. Çevirisini ben yapmıştım, zaten sonunda "by Jaden" şeklinde yazacaktır.
Bebekler ahlaklı doğarken, biz onların ahlaklarını izm'lerle, insan eliyle değiştirilmiş dinlerle ve yandaşlık duygularını körükleyerek bozmaktayız. Fanatizm öğeleri ile hayatlarını dar ederek, birbirini öldürmek için kana susamış savaşçılar yaratmaktayız. Şucu veya bucu olmaya zorlamaktayız. Osmanlıcılık oynayıp, Osmanlı'yı tanımamaktayız. O Osmanlı ki, bir imparatorluktur ve milliyetçi unsur barındırmaz. Hilafetçilik oynayıp, halifeliğin dine aykırı olduğunu bile bilmemekteyiz. Velev ki bilmeyelim, hilafeti bilmemekteyiz. Buyrun son Osmanlı halifesi Abdülmecit, ailesi ve giyim kuşamları. Bu zat, aynı zamanda bir kaç yabancı dile vakıftır, resim ile uğraşır, klasik batı müziği sever ve enstrüman çalar.
Ötekileştirip, ayrıştırmak, faşizmin ve iblisin metodudur !
Binlerce yıldır değişmeyen bir sistematik, insanları fanatikleştirip, izm'cileştirip, ötekileştirip, ayrıştırıp katliamlar ve ahlaksızlıklara din ve milliyetçilik kisveleri ile maskeler bulmaktayken, üzülerek görebiliriz ki, her daim silahlarının en güçlüsü, ayağı başa getirmek olmuştur. Bu bin yıldır değişmeyen gerçek, bugün de aynıdır.
Uzun lafın kısası, fikirlerinizi sunmadan önce, bilgi edinin. Birilerini dinleyip, o nasıl olsa bilir diyerek ortaya attığınız fikirler, sizi nerelere götürür bilinmez. Unutmayın ki, iblis detaylarda saklıdır. 9 doğru söyler ve 1 yanlışı araya sokuşturur ancak o yanlış öyle bir yanlıştır ki, sizi insanlığınızdan çıkartır. Had bilmek, bilmelerin en güzelidir. Bilmiyorsan bile, haddini bilince bir gün öğrenirsin.
Daha önce de Yunus Emre'nin ünlü sözünü referans vermiştim, yine onunla bitireyim:
İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır !
In E-Sim we have a huge, living world, which is a mirror copy of the Earth.
Well, maybe not completely mirrored, because the balance of power in this virtual world looks a bit
different than in real life. In E-Sim, USA does not have to be a world superpower, It can be
efficiently
managed as a much smaller country that has entrepreneurial citizens that support it's foundation.
Everything depends on the players themselves and how they decide to shape the political map of the
game.
Work for the good of your country and
see it rise to an empire.
Activities in this game are divided into several modules.
First is the economy as a citizen in a country of your choice you must work to earn money, which you
will get to spend for example, on food or purchase of weapons which are critical for your progress
as a fighter.
You will work in either private companies which are owned by players or government companies which
are owned by the state.
After progressing in the game you will finally get the opportunity to set up your
own business and hire other players. If it prospers, we can even change it into a joint-stock
company and enter the stock market and get even more money in this way.
In E-Sim, international wars are nothing out of the ordinary.
"E-Sim is one of the most unique browser games out there"
Become an influential politician.
The second module is a politics. Just like in real life politics
in E-Sim are an extremely powerful tool that can be used for your own purposes.
From time to time there are elections in the game in which you will not only vote, but also have the ability
to run for the head of the party you're in.
You can also apply for congress, where once elected you will be given the right to vote on laws
proposed by your fellow congress members or your president and propose laws yourself.
Voting on laws is important for your country as it can shape the lives of those around you.
You can also try to become the head of a given party, and even take part in presidential
elections and decide on the shape of the foreign policy of a given state
(for example, who to declare war on).
Career in politics is obviously not easy and in order to succeed in it, you have to have
a good plan and compete for the votes of voters.
You can go bankrupt or become a rich man while playing the stock market.
The international war.
The last and probably the most important module is military.
In E-Sim, countries are constantly fighting each other for control
over territories which in return grant them access to more valuable raw materials.
For this purpose, they form alliances, they fight international wars, but they also have
to deal with, for example, uprisings in conquered countries or civil wars, which may explode on
their territory.
You can also take part in these clashes, although you are also given the opportunity to lead a life
as a pacifist
who focuses on other activities in the game (for example, running a successful newspaper or selling
products).
At the auction you can sell or buy your dream inventory.
E-Sim is a unique browser game.
It's creators ensured realistic representation of the mechanisms present
in the real world and gave all power to the players who shape the image of the virtual Earth
according to their own.
So come and join them and help your country achieve its full potential.
Invest, produce and sell - be an entrepreneur in E-Sim.
Take part in numerous events for the E-Sim community.