Abdurrahim Karakoç üniversiteyi kazanmış ve üniversitenin ilk günü erkenden gelip sınıfın kapısını tam karşıdan gören bir sıraya oturmuş ve içeri girenler hakkında (kendi kendisine) önyargıda bulunmaya başlamış.”Şu iyi birisine benziyor. Buna dikkat etmek lazım. Bundan korkulur” gibilerinden. İşte tam bu sırada içeri sarışın, melek yüzlü, masum mu masum bakışları olan bir kız girmiş. Karakoç bunu görür görmez âşık olmuş. Tüm kimyası birden değişmiş. Zaman geçtikçe önce bu kızın adının “Mihriban” olduğunu öğrenmiş, sonra Mihriban’la tanışmış. Zaman geçtikçe Mihriban’la giderek daha samimi olurlar ve artık ortak bir arkadaş grupları oluşur. Çevresinde bunlar yaşanırken Karakoç’un içindeki ateş giderek büyüyor. Yanındayken dokunamamak, sarılamamak dayanılmaz bir hal alıyor. Arkadaş grubunda yedikleri, içtikleri ayrı gitmiyor. Her gün beraberler okulda, öğrenci evlerinde. Tüm bunlar olurken arkadaşları da artık durumdan anlıyorlar çünkü Karakoç, Mihriban’ı görünce ne yapacağını şaşırıyor, okula gelmediği günlerde hemen kız arkadaşlarına koşup soruyor. Tabi bu durum Mihriban’ının da dikkatinden kaçmıyor, kimseye belli etmese de içten içe bu durumdan hoşnutluk duyuyor. Zaman geçtikçe erkekler Karakoç’u, kızlar da Mihriban’ı sıkıştırıyorlar birbirlerine açılmaları konusunda. Tabi bu arada Mihriban’ın talipleri de çıkıyor netice de genç ve güzel bir bayan. Ama Mihriban bu tekliflerin hiçbirine burnun ucuyla bile bakmamıştır. Karakoç, Mihriban’a talip olanları duyunca beyninden vurulmuşa dönüyor ve hemen o kişilerin yollarını kesip onları tehdit etmeye başlıyor. Bir yandan böyle davrana Karakoç bir yandan da tekliflerin reddedildiğini öğrenince de sevinçten ne yapacağını bilmiyor. Bu durumu öğrenen Mihriban, bazen kızmış gibi yapıyor ama bu durum çok hoşuna gidiyor. Aradan zaman geçiyor, samimiyetlikleri, sevgileri giderek artıyor. Artık üniversitenin son yılına gelinmiştir ama hala kimse birbirine açılmamıştır. Bu durum arkadaşları arasında espri konusu bile olmaya başlamıştır. Her ikisi de birbirini sevdiğini bilmektedir ama ne hükümse hiçbiri bir türlü açılma yolunu seçmiyor. Karakoç, tipik bir Anadolu genci gibi utangaç, çekingen birisidir ve Mihriban’la konuşursa onu üzeceğini ya da aşkının karşılık bulmayacağından çekinmektedir sürekli. Mihriban ise böyle konularda ilk adımın daima erkeklerden gelmesi gerektiğini düşünmektedir. Zaman Karakoç için çok hızlı geçmektedir ve artık üniversitenin son dönemi gelip çatmıştır. Bir taraftan erkekler Karakoç’ sıkıştırırken, kızlar da Mihriban’ı sıkıştırmaya başlamışlar. Çünkü birbirini böyle çok seven arkadaşlarının artık birbirlerine kavuşmalarını istiyorlar. Artık bu durumdan arkadaşları da rahatsız olmaya başlıyor. Üniversitenin bitmesi yaklaştıkça arkadaşları bu işin çözülmesi için çareler düşünürken; içlerinden biri:”Birbirlerine açılmaya kadar ikisiyle de konuşmayalım.”önerisini ortaya atıyor. Hepsi arkadaşlarının mutluluğu için bunu kabul ediyor ve o günden sonra Karakoç’un tek konuşabildiği kişi Mihriban, Mihriban’ın da konuşabildiği tek kişi Abdurrahim’dir. Aslında her ikisi de bunca yıllık arkadaşlarının kendileriyle niçin konuşmadıklarını çok iyi bilmektedirler ama ikisi de bu durumu düzeltmek için hiçbir şey yapmamaktadırlar. Aslında Karakoç çok kere aşkını anlatmaya çalışmıştır ama ne zaman Mihriban’la yalnız kalsalar bir türlü konuşamamakta, kendisini anlatamamaktadır. Sanki her şey kendisine engel oluyor, hissine kapılıyor. Çünkü ne zaman konuşmak istese ya yalnız kalamıyorlar ya da bir türlü konuşamıyor. Artık her ikisi de bu durumdan sıkılmaya başlamıştır, üniversite çekilmiyordur. Derken yine Mihriban’a biri talip olmuştur ve bu sefer Mihriban teklifi düşünmesi için zaman istiyor. Bunu duyan arkadaşları niçin böyle bir şey yaptığına bir türlü akıl erdiremiyorlar ve dayanamayıp Mihriban’a cevabının ne olacağını soruyorlar. Mihriban da artık bu durumdan sıkıldığını ve Karakoç’a çok kızgın olduğunu söyleyerek, bu sefer teklife hayır demeyeceğini arkadaşlarına söylüyor. Arkadaşları duyduklarının şokunu atlatmadan Mihriban oradan uzaklaşıyor. Sessiz ve kimsesiz bir köşeye çekilip hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Arkadaşları bunun bir şaka olduğunu düşünüyor çünkü birbirini böyle seven iki aşığın sonunun böyle olacağına hiç inanmıyorlar. Bir yandan da bu durumu Karakoç’ söyleyip söylemeyeceklerini kara kara düşünmeye başlıyor ve bu durumu öğrenmesi durumun Karakoç’un gidip konuşacağını düşünerek, ona söylüyorlar. Eve gidip, anlatmak için yola çıkıyorlar. Eve geldiklerinde Karakoç onlara doğru sevinçle koşarak, bağıra bağıra “Bitti, bitti, sonunda bitirebildim” diyor. Arkadaşları da biran söyleyeceklerini unutup,”Ne oldu, neyi bitirdin?” diye merakla sormaya başlamışlar. Karakoç’ta, Mihriban’a kendimi anlatacak bir şiir yazmaya çalıştığını ve sonunda bitirebildiğini söylemiştir. Arkadaşları da sevinçle sonunda konuşacaksın öyle mi ama bir sorun var. Karakoç’ta merakla ” Ne oldu, Mihriban’a mı bir şey oldu, o iyi öyle değil mi?” soruları arka arkaya sıralamaya başlıyor. Birkaç saniye sonra ortamı büyük bir sessizlik kaplar ve herkes birbirine çaresizce bakmaya başlar. Durumu Karakoç’a nasıl anlatacaklarını kara kara düşünmeye başlarlar. Karakoç birden bağırır ve “Ne oldu?” birisi bir şey söylesin, der. Arkadaşları da çaresizce vaziyeti anlatırlar. Tüm yaşananları duyan Karakoç ceketini alıp, kendisini sokağa atar. Arkasından koşan arkadaşları onun izini kaybederler. Birkaç gün Karakoç’u kimse görmez. Arkadaşları giderek korkmaya başlar ve Karakoç’un kendisine bir şey yaptığını düşünürler. Tüm bu yaşananlardan habersiz olan Mihriban ise bu arada üniversiteye gelmez ve nişan hazırlıklarıyla uğraşmaya başlar. Mihriban’ı arayan kimse bulamaz. Bir gün sonra Karakoç ortaya çıkar. Üstü başı çamur içindedir ama yüzü üstünden de beter bir haldedir. Arkadaşları, onu teselli etmeye çalışırlar ama o, hiç kimseyle konuşmaz. Yaşayan bir ölü misali üniversiteye gider, gelir. Bu arada Mihriban da ortaya çıkmıştır ve arkadaşlarına nişanlandığını söylemiştir. Karakoç’un durumunu görünce dayanamaz ve arkadaşlarına ne olduğunu sorar. Nişanı duyan arkadaşları Karakoç’un, Mihriban’ın gözünde küçük düşmemesi için çok sevdiği bir yakınını kaybettiğini söylerler. Bunu duyan Mihriban dayanmayıp Karakoç’un yanına gider ve “Başın sağolsun” der. Şaşkın bir şekilde Mihriban’a bakan Karakoç’un gözünden iki damla yaş akar ve başını sallayarak, daha fazla dayanamaz ve oradan hızla ayrılır. Bu olay Mihriban’ın Karakoç’u gördüğü son olay olur. Mezuniyet törenine bile katılmayan Karakoç’a ne olduğunu hiç kimse bilmez.
Tabi ki hikaye bu şeklide bitmiyor ama hikayeye devam etmeden Karakoç’un, Mihriban için yazdığı şiirden bahsedelim.Karakoç, Mihriban için bir çok şiir yazmıştır ama bu şiirin ayrı bir yeri vardır çünkü; bu şiirle aşkını anlatacağını düşünmüştür ama hiçbir şey hayal ettiği gibi gitmemiştir ve bu şiiri Mihriban’a verememiştir.İşte bir gencin yüreğinin derinliklerinden koparak oluşan o meşhur şiir:
MİHRİBAN
Sarı saçlarına deli gönlümü Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban Ayrılıktan zor belleme ölümü Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yar, deyince kalem elden düşüyor Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor Lambada titreyen alev üşüyor Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban
Önce naz sonra söz ve sonra hile Sevilen seveni düşürür dile Seneler asırlar değişse bile Eski töre bozulmuyor Mihriban
Tabiplerde ilaç yoktur yarama Aşk değince ötesini arama Her nesnenin bir bitimi var ama Aşka hudut çizilmiyor Mihriban
Boşa bağlanmış bülbül gülüne Kar koysan köz olur aşkın külüne Şaştım kara bahtım tahammülüne Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban
Tarife sığmıyor aşkın anlamı Ancak çeken bilir bu derdi gamı Bir kördüğüm baştan sona tamamı Çözemedim çözülmüyor Mihriban
In E-Sim we have a huge, living world, which is a mirror copy of the Earth.
Well, maybe not completely mirrored, because the balance of power in this virtual world looks a bit
different than in real life. In E-Sim, USA does not have to be a world superpower, It can be
efficiently
managed as a much smaller country that has entrepreneurial citizens that support it's foundation.
Everything depends on the players themselves and how they decide to shape the political map of the
game.
Work for the good of your country and
see it rise to an empire.
Activities in this game are divided into several modules.
First is the economy as a citizen in a country of your choice you must work to earn money, which you
will get to spend for example, on food or purchase of weapons which are critical for your progress
as a fighter.
You will work in either private companies which are owned by players or government companies which
are owned by the state.
After progressing in the game you will finally get the opportunity to set up your
own business and hire other players. If it prospers, we can even change it into a joint-stock
company and enter the stock market and get even more money in this way.
In E-Sim, international wars are nothing out of the ordinary.
"E-Sim is one of the most unique browser games out there"
Become an influential politician.
The second module is a politics. Just like in real life politics
in E-Sim are an extremely powerful tool that can be used for your own purposes.
From time to time there are elections in the game in which you will not only vote, but also have the ability
to run for the head of the party you're in.
You can also apply for congress, where once elected you will be given the right to vote on laws
proposed by your fellow congress members or your president and propose laws yourself.
Voting on laws is important for your country as it can shape the lives of those around you.
You can also try to become the head of a given party, and even take part in presidential
elections and decide on the shape of the foreign policy of a given state
(for example, who to declare war on).
Career in politics is obviously not easy and in order to succeed in it, you have to have
a good plan and compete for the votes of voters.
You can go bankrupt or become a rich man while playing the stock market.
The international war.
The last and probably the most important module is military.
In E-Sim, countries are constantly fighting each other for control
over territories which in return grant them access to more valuable raw materials.
For this purpose, they form alliances, they fight international wars, but they also have
to deal with, for example, uprisings in conquered countries or civil wars, which may explode on
their territory.
You can also take part in these clashes, although you are also given the opportunity to lead a life
as a pacifist
who focuses on other activities in the game (for example, running a successful newspaper or selling
products).
At the auction you can sell or buy your dream inventory.
E-Sim is a unique browser game.
It's creators ensured realistic representation of the mechanisms present
in the real world and gave all power to the players who shape the image of the virtual Earth
according to their own.
So come and join them and help your country achieve its full potential.
Invest, produce and sell - be an entrepreneur in E-Sim.
Take part in numerous events for the E-Sim community.